Kent İkonları 1/3


26 Nisan'da oradaymışım. Zaman geçmiş. Balıkesir Üniversitesi'ne Mimarlar Odası'nın Mimarlık Sohbetleri için gitmiştim. Mimarlık Bölümü öğrencisi Ali Gökten'in Odanın desteği ile sırtladığı etkinlik... Aşağıdakiler, orada yaptığım sunumun metin hali. Blog koşulları için biraz uzun olduğundan üçe bölüp, parça parça yayınlayacağım.


+++++++++++++++++


Konu kent ikonları ama bu aslında yarın için düzenlemeyi tasarladığımız atölyenin konusu olacaktı. Ama baktım ki ilan çıktı, konu da bana ilginç geldi ve değiştirmedik. Bu arada atölye iptal oldu.



Bahsedeceklerim size dağınık gelebilir ama aslında herşey aklın işleyişi gibi serbest çağrışımlarla biçimlenen bir düzene sahip.
Kısa bir mola; ben, ben dahil herkesin hemen herşeye çok yüzeysel yaklaştığını düşünüyorum. Canını dişine takarak, şeyleri dert edinenlerin yok oluş ya da varlıklarını taçlandırmaları çok coşkulu oluyor / gürültülü.
Çevremizde ise mimarlık ve tasarım anlamında bir gürültü koptuğu yok. Eğer benden yaşça büyük herhangi bir kişi bunun aksini iddaa edecekse, şu sokaklarda yürürken içine geçtiğimizkenti ona göstererek şunu derim. Evet işte siz bunu yarattınız, yaptıklarınız ve yapamadıklarınızla...
İşte tek derin anınız bu an, en az sığlığınız belki bu olabilir.
Bu aynı zamanda bana ve bana yaşça yakın olanlara da bir hatırlatma; şimdiye, bir sonraki saniyeye ve şimdi olacak tüm o diğer sonraki saniyeler için bir hatırlatma...
Derinleşmek hepimiz için bir zorunluluk. çünkü zaman geçiyor ve tarih ancak siz kendinizi o geçen anlara kazırsanız sizi anımsıyor.
İkinci Abdülhamit de kendini kazımak için ( ki padişah olduğu için şüphesiz biraz avantajlıydı) tahta çıkışının 25. yılında (1901) dönemin karakteri merkezileşmeyi güçlendirmek, devlet otoritesini görsel ve mekansal olarak inşa etmek için saat kuleleri yapımı emri veriyor.
1901’de 1897 depreminde yıkılan Balıkesir saat kulesinin yeniden inşası aynı tarihe denk geliyor.
Zamanın egemenliğine giren modern insanın gözünü her çevirdiğinde kendini hatırlatan bir otorite.
tik - tak - tik - tak / doğum - ömür -  ölüm - doğum - ömür - ölüm
1800’lerden 1900’lerin ilk on yılına kadar olan dönemde kentler bu merkezi otoriteyi sezdiren simgelerle donatılıyor. Adana, Balıkesir, Çanakkale, Çankırı, Çorum, Yozgat, Muğla, Tokat, Bilecik, Bursa, Göynük, Safranbolu, Mudurnu, İzmir, İstanbul... Dar görüşlü cumhuriyetçi ve osmanlıcıların düşündüğünün aksine modernlik bu coğrafyada çok daha erken başlıyor ve modernliği onurlu özgürlüğe Türk devrimi kavuşturuyor.
Mola; burada Mustafa Kemal ve arkadaşlarını analım.

Tabi bunun öncesi de var. Göbekli Tepe’den geriye bizim bilmediğimiz ve kibrimizce; inançlarımızca herşeyini bildiğimizi sandığımız aciz insanlığın bilinmez simgelerinden, ziguratlara, tanrısallık atfedilen dağlardan, piramit ve obelikslere, Babil Kulesi’nden, Rodos Heykeli’ne,  hepsi kendi otoritesini simgeleştiren bir gücün eseri. Çan kulelerini, minareleri, büyük kubbelerden, yer yüzüne çizilmiş dev çizimlere, insan yapısı herşeyin anlamını, inşasından başka gerçekliklere havale etmesi, simgelere dönüşmesi, ikonlaşması.


İkonu burada kudretlilik, aşkın bir anlam kazanma olarak kullanıyorum.
Biraz kazıyınca ne ilginç şeyler çıkıyor:
Öncesinde Sümer’lerin yaptığı gibi, Mısırlılar dev yapıları ile tanrı yöneticilerini onurlandırmaktadırlar. Ticaret yolları ile teknolojilerini, kültürlerini ve ürünlerini geniş coğrafyalarda dolandırmaktadırlar. Haradan Hititler ile karşılaşmakta; denizden adalar coğrafyası ve akdeniz ile ötesinin tüm kıyı insanları ile tanışmaktadırlar.


Akdeniz dünyası kendi bilgisini zaman yüklemiş uygarlıklarca birbirine aktarırken M.Ö. 560 yıllarında Ege dünyasında heykeller iki buçuk boyuttan üç boyuta geçmekte, üretilen pek çok Mısır’dakilere benzer dev heykelden sonra özgünleşmektedir. Tam da bu zamanlarda bu coğrafyaya yeni bir simge yapı katılmak üzeredir. 

Hera tapınağı ile taçlanan Samos adasının siyasi ve ekonomik üstünlüğü ile baş etme derdine düşen komşu Efesliler, çareyi Anadolu coğrafyasının ötesindeki doğunun neredeyse tüm simgelerini üzerinde taşıyan, bir ana tanrıça gibi tapılan Artemisleri için görkemli bir tapınak inşa ettirmeye karar verirler.
Knossos’tan, Khersiphron ve oğlu Metagenes ile Samos’tan Teodoros bu işi üstlenen kişilerdir ve tasarımlarında Mısır, Hittit ve Urartu yapılarının etkisi bulunmaktadır . Akdeniz havzasının bilgisi Efes Artemis Tapınağı’nda yeni bir boyuta kavuşur. Antik dünyanın yedi harikasından, yedi ikonundan biri olur.
Efes, Samos ile mücadelede galip gelir; gelişir. Benzer şekilde ticari üstünlüklerini korumanın yolunu, Sakız ve Eritrai antik kentlerinin birliğini engellemekte gören Finikeli tüccarlar, denize bir Herakles heykeli bırakırlar ve iki devlet bu simge için çekişirken onlar her ikisi ile olan ticari ilişkilerini geliştirirler.


Kentler arası yarışta üstünlük sağlamak için simgeler inşa ettirmek ve bunun için mimarlara başvurmak bugün için çok tanıdık geliyor. Bilbao gibi Gehry’i çağırmak ya da İtalya’daki orta ölçekli bir kent için Zaha Hadid’i; İstanbul Küçükçekmece, Kartal ve Yenikapı için başka ünlü mimarları çağırmak. Liste uzayıp gidebilir.