ayasofya neden cami olmalı.

Geçen ayki derin tarih dergisinin ana konusu buydu.
Konuya İstanbul'un fethinden giriliyor, Fatih'in vakfiyelerinde derinleşiliyor ve Fatih'in vakfı bozacak olanları lanetleyen fermanı belgeleştirilip, 1934 müzeye çevrilme belgesinin de geçersizliğini temellendirerek konu toparlanıyor.
Neden ibadethaneye dönüştürülmesi gerektiği konusunda yurtdışındaki bir üniversitede prof. olan bir Türk bilim adamının ortaya koyduğu 5-6 maddeyi sürekli "çünkü ancak o zaman Fatih'in laneti halkımız üzerinden kalkacaktır" sonucuna bağlaması ayrıca tekrar tekrar okunması gereken bir bilimsel belge niteliğinde!

Ntv tarih dergisi bu ayki sayısında bu konuya değiniyor ve güzel bir şekilde Fatih'in vakfiyelerine dair bu hassaslığı gösterenlerin, Okmeydanı ve Çağlayan gibi bölgelerde de bulunan Fatih vakfiye alanlarının özelleştirilip satılmasına neden hiç tepki göstermediklerini soruyor. Küçük bir not.
 
Aslında bu talep tam da Ayasofya'nın tarih boyunca yaşadıklarının gerekli bir devamı gibi.
Ya da şöyle diyelim, tarihin tekerrür etmesi.

Hem ekonomik hem siyasi sebeplere dayanan Nika ayaklanması (532) sırasında 2. Ayasofya dahil, kentin büyük bir bölümü yanmıştır. Ayaklanmacılar sarayı kuşatmış, Jüstinyen kaçmaya hazırlanmaktadır. Denildiğine göre Teodora'nın ikna etmesi ile önemli generalleri ile bir plan yapar ve ayaklanmayı beraberce yürüten yeşil ve mavilerden kendi desteklediği mavileri yanına çekerek ayaklanmayı sonlandırır. Otuz bin kişinin Hipodromda öldürüldüğü söylenir. Persler'le doğu sınırını güvenlik altına alma anlaşması sırasında oluşan böylesi büyük bir idare boşluğunun kanlı şekilde bastırılması sonunda, hem İmparatorun galibiyetinin simgeleştirilmesi, hem iktidarın madddi manevi olarak yeniden inşa edilmesi gerekir. 3. Ayasofya da işte bunun göstergesidir (532-537). Kudret, inanç, ihtişamla örülü bir galibiyet anıtı.

Fatih İstanbul'u ele geçirdiğinde, şehrin o günün koşulları dolayısıyla harap haldeki ama yine de en büyük ve en kutsal yapısında Cuma namazını kılarak galibiyetini ilahi simgelerle de taçlandırarak ilan ediyordu. Ayasofya böylece Osmanlı fethinin simgesi olan bir fethiye camii halini alıyordu. Fatih daha sonra Kutsal Apostles Kilisesi'nin, yani İstanbul'u başkent yapan Konstantin'in imparatorluk mabedi olarak inşa ettirdiği kilisenin yerine Fatih camisini yaptırıyor ve sonunda onun avlusuna yani Konstantin'in mezarının da oluğu aynı yere gömülüyordu.
 
Kurtuluş savaşından sonra modern Türkiye kendi iktidarını, laiklik, halkçılık, ilericilik ve devrimcilik gibi nitelikler üzerinde temellendirirken, özgür düşünce ve bilimi yol gösterici alıyordu. Bu anlamda pek çok batılı modernleşme deneyiminde de yaşandığı gibi dinin yerine kültürü ve sanatı estetik değerler, maneviyat ve ahlaki meselelere cevap alanı olarak konumlandırıyordu.

Eskiden bir antik tapınak olan, sonra kilise olmuş, sonunda da camiye çevrilmiş Ayasoyfa çağdaş kültür dünyasına katkı koyacak çok sayıda izi taşıyordu. Son yapının üzerinde taşıdığı mozaikler, bahçesinde ve toprak altında bulunan tarihi eserler ve Osmanlı eklentileri yapıyı tam da modern Türkiye'nin çağdaş görüşünün bir simgesi halinde müzeleştirmeyi neredeyse tek seçenek haline getiriyordu.

Bugünün sosyo-politik ortamında da savunulan, tarih boyunca yapının simgesel kuvveti yüzünden üzerine giydirilen önceki kullanım dönüşümlerine çok da ters düşmüyor. Bugün o yapı ancak, yeniden restore edilen dini gündelik hayatın simgesi olabilir.

Ama unutulan bir şey var. Tek başına bir mabed bugün için yeterli değil. Onun alışveriş ve ticari bir kazanç ile de etkileşim içinde olması gerek.
 
Bundan bahsedilmemesinin bir sebebi belki, Ayasofya'nın zaten ülkedeki en çok ziyaret edilen turistik yer oluşu ile sahip olduğu ekonomik getiri olabilir. Bu yüzden Derin tarih dergisinde yazılı önerilerin bir kısmı ibadete açılacak Ayasofya'nın galeri katının müze olarak ziyarete açık olması gerektiğini savunur.

Yok eğer giriş ücreti ile ilişkilendirilerek kurgulanmış bir inanç-ekonomi birlikteliği yoksa o zaman yeni Ayasofya camisinin dışında bir FOOD COURT'lu alışveriş alanı mutlaka tanımlanmalı, ya da Berke'nin önerisinde olduğu gibi galeri katı kısmen de olsa bir alışveriş alanına dönüştürülmeli ve minareler de manzara kuleleri olarak işletilmeli.

Güncel sosyo-politik hakim görüşün bu kadar da inanç-ekonomi eksenli olmadığını düşünenlere iki hatırlatma yapayım:

Birincisi, tam bir tüketim şenliğine dönüşen Hipodrom'daki Ramazan şenlikleri.

İkincisi de, Taksim meydanına cami projelerinin dönüşen programı. Daha önce Taksim'e sadece cami olacak bir cami önermek yeterliydi. Artık Taksime cami değil, eskiyi hatırlatan bir alışveriş merkezi yapılması ve mescit gibi ibadet alanlarının bunun içinde çözülmesi gündemde ya da Maksem'in arkasına bir mimarımız tarafından önerilen camide olduğu gibi, diğer dinleri de kapsayacak ama Taksim'e gelen turistler için de bir çekim merkezi olacak içinde hizmet alanlarının da olduğu bir yapı önerisi hevesi.

Ayasofya müzesinin dönüşümü ancak böylesi bir programda yapılırsa, gelecekteki sosyal bilimciler için bir kolaylık sağlanmış olur, onlar da benim yukarıda yaptığım çözümlemeye son dönüşümü de ekleyerek ilerideki o andan bugüne dair sağlıklı bir okuma yapmış olurlar! 


Haydi Bastır!