kent.selk.ovan

çoğu zaman havalara bakarak yürümenin tatsız kazalara yol açabileceği düşünülür. doğrudur da...bazen.
ama göze bile, bir an alışık olduğu doğrultudan başka yön tanımayan aşırı temkinlilik ile hep varılan yer dışında nereye gidilebilir?


keşifler, şüphesiz keşfedene etkiyen her şeyden etkilenir. mevsimler, öylesine gezinen bakışlar, çokça tesadüf ile harmanlanmış... nisan ayı, bezgin akıl, dolmuşun penceresinden alakasız yerlere bakarken, daha önce kim bilir kaç kere gözü gezdirdiği o noktadan geçerken takılıyor! yaprak vermeye başlamış ağaçların üzerinde, İstanbul'un orta yerinde, ağaçların üst dallarına yerleştirilmiş kovanlar.


%100 organik mi bilmiyorum ama gümüşsuyu'nda İnönü stadının hemen yanında, yüksek bir kaç ağaca dağılmış, bir ikisine çok sayıda yerleştirilmiş dikdörtgenler prizması ve fıçı biçiminde...
oraya kim çıkar, kim nasıl o basit strüktürleri inşa eder, kim ne zaman nereden gelir, nereye gider, ne miktarda ve ne kadar kaliteli ürün elde eder, hiç mi görülmez, ya da görülür de bir şekilde görünmez mi?
İstanbul'un belki de en yoğun trafik kesişim yolunun yanında, iki haftada bir yaşanan futbol kalabalığının kenarında bunu kim akıl eder nasıl mekanizmaları kullanarak yaratır ve devamlılığını sağlar?
haziran hasatı yaklaşırken pusuya yatmak ve keşfetmek iyi bir yöntem olabilirdi.


gündelik hayatta doğaçlamaya çokça yer olmalı. bunu ikinci prensip olarak alalım, birincisi altta...
kurulu düzenin dinamikleri insanların kendi araçları ile özgün eylemlerde bulunmalarına izin vermeli. "vay anasını nasıl olur?" denilenlerin gerçekleşmesi sadece kurnazlıkla bireysel fayda sağlayan, doğrudan menfaat ya da işgal anlamına gelmeyen edimleri de anlattığında kent ilginç bir yer olacaktır. 
yapılanlardan ötürü değil, o durumları var edenlerin esnek ve yaratıcı düşünme biçimlerini benimsemiş olmalarından dolayı...
bunun gerçekleşebilmesi için de herkes şu bir numaralı prensibi sıkı bir şekilde uygulamalı.


kentsel yaşamda herkesin uyması gereken düzenleyici kurallar olmalı, bu düzenleyici kurallar doğaçlamaya imkan veren koşulların yaratılmasına ortam sağlamalı. ulvi kurallar değil, bizim şu an yapmadığımız basit şeyler. sıraya girmeyi bilmek, belli durumlarda bekleme sabrını göstermek vb. mesela, otobüs şöförü aralarında üç yüz metre olan bir duraktan diğerine varmak için hareket ettiğinde, en sol şeride geçip tam gaz gidip sonra diğer durağa yanaşmak için tüm akan trafiği keserek en sağa yanaşmaya çalışmamalı. kuralsızlık, trafikteki insanların hayatlarını potansiyel olarak tehlikeye atarken, gerçekte herkesin hayatından doğaçlama zamanlarını çalıyor. hiç uygulayamadığımız basit sakin temel kurallara hiç takılmadan, onların yarattığı daha üst düzey karmaşaları aşmak için onlar kadar karmaşık, uygulama biçimleri baskıcı kuralları şiddetle var etmeye çalışıyor ve onları yaşama üstün kılmaya uğraşıyoruz; iş iyice karışınca bu ahlak diye birşeylerle temellendirilip nerede nasıl yaşadığıma karışmaya kadar dayanabiliyor...


halbuki; doğaçlamaya imkan veren gündelik hayat ve o imkanların oluşmasına izin verecek durumları yaratacak , bizzat özgürlüğü talep edenler tarafından sahiplenilip uygulanacak temel kurallar yeter.
o zaman belki daha çok kovan; ya da artık kimler neler yaratıyorsa...


sonuçta kuralsızlıklarla kaybedilen tüm zamanlar birey düşünüldüğünde, ve "da sein" hatırlandığında, soyut bir kavramı değil, başı sonu mezar taşında tescillenecek olan hayatın ta kendisi...